YASAR HOCA
   
  YASAR HOCA -- SIRLIYOLLAR
  üç mescid
 

üç mescidYeryüzünde ilk ibadet yeri olan Kabe-i muazzamanın etrafında sonradan yapılan caminin adı. Yeryüzünün en kıymetli yeri Kabe-i muazzama ve bunun etrafındaki Mescid-i Haram denilen camidir. İslam mabedi olan camilerin en kıymetlisi, en üstünü ’Kabe-i muazzama’, sonra bunun etrafındaki ’Mescid- i Haram’, sonra Medine-i münevveredeki ’Mescid-i Nebi’, sonra Kudüs’teki ’Mescid-i Aksa’, sonra da Medine şehri yakınındaki ’Kuba Mescidi’dir. (Bkz. Kabe, Mescid-i Aksa, Mescid-i Nebi, Mescid-i Kuba) Mescid-i Haram, Arabistan’daki Mekke-i mükerreme şehrindedir. Eskiden Mekke şehri, kuzeyden güneye doğru uzanan karşılıklı iki sıra dağ arasında olup, şehrin uzunluğu üç, genişliği bir kilometre idi. Evleri kargir olup üç-dört katlıydı. Şehir ortasında ’Mescid-i Haram’ denilen büyük cami vardı. Mescid-i Haram’ın üstü açıktı. İstanbul camilerinin avlularında olduğu gibi, avlu etrafında üç sıra kubbe vardır. Kubbeleri beş yüz adettir. Kubbelerin altında 462 direk vardır. Direklerin 218 adedi mermer olup, yuvarlaktır. 224 adedi ’Hacer-i şemis’ taşından yontmadır ve altı veya sekiz köşeli ve sarı renklidir. Mescid- i Haram, dikdörtgen gibi olup, kuzey duvarı 164, güneyi 146, doğu duvarı 106, batısı 124 m uzunluğundadır. İstanbul’daki Ayasofya Camii şerifinin uzunluğu ise 77 m ve genişliği 72 metredir. Sultanahmed Camii şerifinin uzunluğu 72, genişliği 64 metredir. Mescid-i Haram’ın 19 kapısı olup, bu kapılar doğu duvarında dört, batıda üç, kuzeyde beş, güneyde yedidir. Bab-üs-Selam, Mescid-i Haram’ın doğu kapılarından olup, Bab-ı Beni Şeybe adı da verilir. Hac için gidenler Mescid-i Haram’a bu kapıdan girip çıkarlar. Yedi minaresi vardır. Mekke ile Cidde iskelesi arası 75 km, Medine ile Cidde arası 424 km, Medine ile Bedir arası 150 kilometredir. Mekke ile Medine arasında en kısa yol 335 kilometredir. Resulullah’ın hicret buyurduğu sahil yolu 400 km idi. Mekke, denizden 360 m yüksektir. Hazret-i Ömer zamanından önce, Mescid-i Haram’ın duvarları yoktu. Kabe’nin etrafında, bir meydancık ve sonra evler vardı. Halife Ömer radıyallahü anh, evlerin bir kısmını yıktırıp, Kabe etrafına, bir metreye yakın yükseklikte duvar çevirerek, Mescid-i Haram meydana geldi. Mescid-i Haram muhtelif zamanlarda yenilenmiştir. Bugünkü şekli, Kabe-i muazzamanın on birinci tamiri ile birlikte, on yedinci Osmanlı Padişahı Dördüncü Sultan Murad Han tarafından 1635 (H.1045)te yapılmıştır. Son zamanlarda, genişletmek bahanesiyle, o tarihi İslam eserleri yıkılıp, yok edilmekte, yalnız maddi kıymeti fazla şeyler yapılmaktadır. Kabe-i muazzamaya saygısızlık edilip, ondan daha yüksek binalar, oteller inşa edilmektedir. Mescid-i Haram içinde bulunan kısımlardan bazıları şunlardır: Kabe-i muazzama, Makam-ı İbrahim, Metaf-ı şerif (tavaf yeri), Hatim, Hicr-i İsmail, Makam-ı Cibril, Mültezem, Minber-i şerif, Safa, Merve, Zemzem Kuyusu. Kabe-i muazzama; Mescid-i Haram ortasında, dört köşe taştan bir oda olup, 17 m yüksekliktedir. Kuzey duvarı 8,8 m, güneyi 7 m, doğusu 11,9 m, batısı 12,8 m enindedir. Doğu ve güney duvarları arasındaki köşede ’Hacerü’l-Esved’ taşı vardır ve yerden bir metreden ziyade yüksektedir. Hacılar öptükleri için, çukurlaşmıştır. (Bkz. Hacerü’l-Esved) Zemzem Kuyusu; Mescid-i Haram içinde, Hacerü’l-Esved köşesi karşısında ve köşeden sekiz m uzakta bir odada olup, taş bileziği 1,8 m yüksekliktedir. Bu odayı, Birinci Sultan Abdülhamid Han yaptırmıştır. Zemini, mermer döşeli ve duvarlara doğru meyillidir. Duvar diplerinde olukları vardır. Kuyuya su sızmayacak şekilde ustalıklı yapılmıştır. Kuyu ağzı, bu hizadan bir buçuk m kadar yüksektir. Fakat tarihin kıymetli yadigarı olan bu güzel sanat eseri 1963 (H.1383) yılında yıktırıldı. Kuyu ağzı ve birkaç metre çevresi, yeryüzünden birkaç metre aşağı indirildi. (Bkz. Zemzem) Mescid-i Haram, Müslümanların hac yapmaları için gittikleri ve ziyaret ettikleri ibadet yerlerinden biridir (Bkz. Hac). Kabe’yi tavaf etmek, haccın farzlarından biridir. Tavaf, Mescid-i Haram içinde, Kabe-i muazzama etrafında dönmek demektir (Bkz. Tavaf). Mescid dışında dönülmez. Her tavaftan sonra, Mescid-i Haram içinde iki rekat namaz kılmak da sünnettir. Kabe ve etrafındaki Mescid-i Haram, Müslümanların namazda kıblesidir (Bkz. Kıble). Buraya dönmeleri farzdır. Allahü tealanın kesin emridir. Peygamberimizin miracı, bir gece Mescid-i Haram’dan Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya götürülmesi ve oradan göklere çıkarılması suretiyle vuku bulmuştur. Bunu Allahü teala, Kur’an-ı kerimde İsra suresi birinci ayetinde mealen; ’Her türlü noksanlıktan münezzeh olan O Allah’tır ki, kulunu (Muhammed aleyhisselamı) gece Mescid-i Haram’dan (Mekke’den alıp) o etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götürdü; O’na ayetlerimizden (kudretimize delalet eden alametlerden) gösterelim diye yaptık. O, her şeyi işitir, her şeyi görür.’ buyurarak haber vermektedir. Diğer bir ayet-i kerimede de mealen buyruldu ki: Mescid-i Haram’daki Makam-ı İbrahim denilen yerde namaz kılın! Biz, İbrahim’e ve İsmail’e emrettik ki, tavaf edenler ve rüku edenler, içinde oturanlar ve secde edenler için benim beytimi (evimi) temizleyin! (Bakara suresi: 125) Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem de buyurdu ki: Mescidimde (Mescid-i Nebi’de) kılınan namaz, başka yerlerdeki namazdan bin kat daha sevaptır. Mescid-i Haram’daki namaz da, benim mescidimdekinden yüz kat daha sevaptır. Yeryüzünde ilk bina edilen mescid, ’Mescid-i Haram’dır. MESCİD-İ KIBLETEYN


Ravza, Minber ve Sütunlar  mescidi nebevi

Mescid-i Nebevî de kılınan bir namazın bin kat daha faziletli olduğunu bahsetmiştik. Ravza-i şerife hakkında varid olan hadisi şerifler ise bu mübarek mekâna daha fazla bir kıymet atfediyordu. Yine orada bulunan sütunların hepsi efendimizle bir münasebetle alakası vardı ve bu sütunların hepsinin bu münasebetlere uygun özel bir adı vardır.

Sahabe efendilerimiz ve selefi salihin ravzada ve bu sütunların yanında namaz kılmaya özen gösterirlerdi. Mescid-i Nebevî her yenilendiğinde bu sütunlar yerleri değiştirilmeden aynı yerlerine inşa edilmiştir.

Şimdi aşağıda ravza , minber ve sütunlar hakkında biraz bilgi verelim.

Ravza-i Şerife

Mescid-i Nebevî de kılınan bir namazın başka yerde kılınan bin namaza denk olduğunu efendimiz buyuruyor. Mescid-i Nebevî nin içerisinde ravza-i şerife hakkında da oranın özel bir yer olduğunu hatta cennet ten bir parça olduğunu yine efendimiz buyuruyorlar.


Ravza denilen yer Mescid-i Nebevî nin içerisinde muayyen bir yerin adıdır. Efendimiz bu yer hakkında ما بين بيتي و منبری روضة من رياض الجنة و منبري علی حوضي buyurmuştur.

Anlamı:evimle minberim arası cennet bahçelerinden bir bahçedir. Minberim de (cennette) havzımın üzerindedir.


Bu hadiste geçen cennet bahçelerinden bir bahçedir sözü alimler tarafından değişik manalara tevil edilmiştir.

Bazıları burada yapılan ibadetin kişiyi cennete idhal edeceğini kimisi de orada bulunulduğu an kişinin kendisini cennetteki saadet içerisinde olduğunu hissetmesi gibi manalara tevil etmişlerdir. Ama ulemanın geneli bu yerin dünyada kalmayıp diğer yerler gibi fani olup gitmeyecek; olduğu gibi cennete taşınacağı hakkında görüş bildirmişlerdir.

Ravza-i şerife nin genişliği 26,5 m uzunluğu ise 15 m dir. Ancak bu genişlikten bir kısmı genişletme sırasında hucre-i saadetin içerisinde kalmış ve minberden hucre-i saadete kadar 22 m. kalmıştır.

Ravzadaki sütunların yarılarına kadar mermerle kaplanması Osmanlılar zamanında olmuştu. Sultan Abdülmecid han zamanın da yapılan genişletmede bu mermerler önceki tarz üzerine yenilendi.

Suud hükümeti de daha önceki mermerleri kaldırarak bu sütunları yeniden mermerle kapladı.

Minber

Bilindiği üzere efendimiz s.a.v. mescidde sahabi efendilerimize konuşurken veya hutbe okurken bir hurma kütüğüne dayanırdı. Fakat daha sonraları cemaatin kalabalıklaşmasından sesi arkalara gitmiyor ve kendisi de görünmüyordu. Bu problemi çözmek için ona bir minber yapmayı teklif ettiler o da bu teklifi kabul buyurdu. Böylece Mescid-i Nebevide ilk minber yapılmış oldu. Ardan geçen bu kadar zaman ve yenilemelere rağmen bu günkü minber o gün konulan yerin üzerindedir. Hatta o hurma kütüğünün yerindedir. Efendimizin ayrılığına dayanamayan o kütük minber yapıldıktan sonra aynı bir çocuk ağlaması gibi ağlamaya başlamış ve Efendimiz Aleyhissalâtu Vesselâm onu teselli etmiştir.

Bu konuda sahih hadisler mevcuddur.

Yukarıda minber hakkında şeref südur olmuş hadis-i şerifi yazmıştık

Efendimiz s.a.v. ما بين بيتي و منبری روضة من رياض الجنة و منبري علی حوضي buyuruyor. Yani “evimle minberim arası cennet bahçelerinden bir bahçedir ve minberim de havzım üzerindedir.” Bunun manasını bazı âlimler cennet bahçesi olan ravza-ı şerife gibi minberinde aynen ahirete intikal edeceğini söylemişlerdir. Minberle ilgili başka rivayet edilmiş hadisler de vardır.

İlk minber Medine civarında yetişen bir ağaçtan yapılmıştı. Bu ağacı hicretin 8. yılında Medine’ye 12 km. olan El-hılayyil deneden yerden getirdikleri rivayet ediliyor. Bu minber üç basamaktan oluşuyordu. Efendimiz üçüncü basamağa oturuyor ikinci basamağa da ayaklarını koyuyordu. Ebu Bekir halife olunca o ikinci basamağa oturuyor ayağını da birinci basamağa koyuyordu. Ömer halife olunca birinci basamağa oturuyor ayağını da yere koyuyordu. Osman r.a. halife olunca oda Ömer r.a. gibi altı sene aynı basamağa oturdu. Daha sonra yüksekte konuşması gereği ortaya çıktı. Efendimiz gibi üçüncü basamağa oturdu. Daha sonra minbere Muaviye hacca geldiğinde minbere 6 basamak daha ilave etti. Böylece minber 9 basamak oldu. Halifeler yedinci basamakta duruyorlardı. Bu basamak efendimizin ilk basamağına denk geliyordu. Minber bu şekilde 654h. yılındaki yangına kadar devam etti. Bu yangında bu mübarek minber de yandı. Yangından sonra ki ilk minberi 656h. de Yemen meliki melik muzaffer yaptırdı. 666h. de Zahir Baybars’ın gönderdiği bir minberle değiştirildi. Bu minberde 797 de zahir Barkuk’un gönderdiği minberle değiştirildi. Daha sonra Müeyyed bir minber gönderdi. O da onunla değiştirildi. Bu minber 886 da çıkan yangında yandı. Medineliler tuğlalardan bir minber yaptılar ve kireç ile sıvayarak güzelleştirdiler. Eşref Kayıtbay mermer den bir minber gönderince bu minberin yerine o kondu. 888h. Bu minber de Sultan Üçüncü Muradın yaptırdığı minberle değiştirildi. Eski minber Kuba mescidine nakledildi. Sultan 3. Muradın gönderdiği minber anlatılamayacak kadar güzel ve süslü desek yeridir. Altın tezhiple ve mükemmel süslemeyle donatılmış bir minberdir. 12 basamaklıdır.

Hurma gövdesinin inlemesi

Efendimizin mucizelerinden biri de haninul ci’z hurma kütüğünün inlemesidir. Bu mucizeyi bir çok sahabi rivayet etmiştir.

Asrı saadette Efendimiz mescidinde hutbeleri orada bulunan bir hurma ağacı gövdesine dayanarak verirdi. Cemaat kalabalıklaşınca yani Müslümanların adedi artınca marangozlar efendimize cemaati komple görebileceği cemaatin da onu görebileceği bir minber yapmayı düşündüler. ve yaptılar. Bir müddet sonra bu hurma ağacı gövdesi aynen ızdıraplı bir deve yavrusunun çıkardığı ses gibi ses çıkarmaya başladı. Bu sesi sahabelerden birçoğu duyuyordu. Efendimiz bir defasında minberden inerek elini onun üzerine koydu. Ve onunla konuştu. Ona neden ağladığını sordu. Oda kendisinden ayrıldığı için ağladığını söyledi.

Bu kütüğün daha sonra nereye konduğu hakkında farklı bilgiler vardır. ibni ebi zinad efendimiz den sonra Ebu Bekir, Ömer, zamanında aynı efendimiz zamanında olduğu gibi kaldı diyor. Daha sonra Hz. Osman zamanında yapılan mescid genişletmesinde kütüğün nereye gittiği konusunda ihtilaf vardır. Bazıları Übeyy ibni Kaab aldı evine götürdü ve orada kurtlar yeyip bitirinceye kadar kaldı demişlerdir. Bazıları ise olduğu yere gömüldü ve bazıları ise şu anki minberin altına gömülmüştür demişlerdir.

Bu olay Risâle-i Nur Külliyâtı'nda şöyle açıklanır :

Evet Mescid-i Şerifte hurma ağacından olan kuru direk, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm hutbe okurken ona dayanıyordu. Sonra minber-i şerîf yapıldığı vakit, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm minbere çıkıp hutbeye başladı. Okurken, direk deve gibi enin edip ağladı; bütün cemaat işitti. Tâ Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm yanına geldi, elini üstüne koydu. Onunla konuştu, teselli verdi; sonra durdu. Şu mu'cize-i Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm pek çok tarîklerle, tevatür derecesinde nakledilmiştir.

Evet Hanin-ül Ciz' mu'cizesi çok münteşir ve meşhur ve hakikî mütevatirdir. Sahâbelerin bir cemaat-ı âlîsinden, onbeş tarîk ile gelip, Tâbiînin yüzer imamları o mu'cizeyi, o tarîklerle arkadaki asırlara haber vermişler. Sahâbenin o cemaatinden ulemâ-i Sahâbe namdarları ve rivâyet-i hadîsin reislerinden Hazret-i Enes İbn-i Mâlik (hâdim-i Nebevî), Hazret-i Câbir Bin Abdullah-il Ensarî (hâdim-i Nebevî), Hazret-i Abdullah İbn-i Ömer, Hazret-i Abdullah Bin Abbas, Hazret-i Sehl Bin Sa'd, Hazret-i Ebu Said-il Hudrî, Hazret-i Übey İbn-il Kâ'b, Hazret-i Büreyde, Hazret-i Ümm-ül Mü'minîn Ümm-ü Seleme gibi meşâhir-i ûlema-i Sahâbe ve rivâyet-i hadîsin rüesâları gibi, herbiri bir tarîkın başında, aynı mu'cizeyi ümmete haber vermişler. Başta Buharî, Müslim, kütüb-ü sahiha; arkalarındaki asırlara, o mütevatir mu'cize-i kübrayı tarîkleriyle haber vermişler.


İşte Hazret-i Câbir tarîkında der ki: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm hutbe okurken, Mescid-i Şerifte جِذْعُ النَّخْلِ denilen kuru direğe dayanıp, okurdu. Minber-i şerîf yapıldıktan sonra, minbere geçtiği vakit; direk tahammül edemeyerek, hamile deve gibi ses verip inleyerek ağladı. Hazret-i Enes tarîkında der ki: Camus gibi ağladı, mescidi lerzeye getirdi. Sehl İbn-i Sa'd tarîkında der: Hem onun ağlaması üzerine, halklarda ağlamak çoğaldı. Hazret-i Übey İbn-il Kâ'b tarîkında diyor: Hem öyle ağladı ki, inşikak etti.


Diğer bir tarîkta, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etti:

اِنَّ هذَا بَكَى لِمَا فَقَدَ مِنَ الذِّكْرِ Yani: "Onun mevkiinde okunan zikir ve hutbedeki zikr-i İlahînin iftirakındandır ağlaması." Diğer bir tarîkte ferman etmiş:

لَوْ لَمْ اَلْتَزِمْهُ لَمْ يَزَلْ هكَذَا اِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ تَحَزُّنًا عَلَى رَسُولِ اللّهِ Yani: "Ben onu kucaklayıp teselli vermeseydim, Resulullah'ın iftirakından kıyamete kadar böyle ağlaması devam edecekti." Hazret-i Büreyde tarîkında der ki: Ciz' ağladıktan sonra, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, elini üstüne koyup ferman etti:

اِنْ شِئْتَ اَرُدُّكَ اِلَى الْحَائِطِ الَّذِى كُنْتَ فِيهِ تَنْبُتُ لَكَ عُرُوقُكَ وَيَكْمُلُ خَلْقُكَ وَيُجَدَّدُ خُوصُكَ وَثَمَرُكَ وَاِنْ شِئْتَ اَغْرِسُكَ فِى الْجَنَّةِ يَاْكُلُ اَوْلِيَاءُ اللّهِ مِنْ ثَمَرِكَ

Sonra, o ciz'i dinledi ne söylüyor; ciz' söyledi, arkadaki adamlar da işitti:

اِغْرِسْنِى فِى الْجَنَّةِ يَاْكُلُ مِنِّى اَوْلِيَاءُ اللّهِ فِى مَكَانٍ لاَ يَبْلَى Yani: "Cennet'te beni dik ki; benim meyvelerimden Cenâb-ı Hakk'ın sevgili kulları yesin. Hem bir mekân ki, orada beka bulup, çürümek yoktur." Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etti:

قَدْ فَعَلْتُ Sonra ferman etti: اِخْتَارَ دَارَ الْبَقَاءِ عَلَى دَارِ الْفَنَاءِ

İlm-i Kelâm'ın büyük imamlarından meşhur Ebu İshak-ı İsferanî naklediyor ki: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm direğin yanına gitmedi; belki direk onun emriyle, onun yanına geldi. Sonra emretti, yerine döndü. Hazret-i Übey İbn-i Kâ'b der ki: Şu hâdise-i hârikadan sonra Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm emretti ki: "Direk, minberin altına konulsun." Minberin altına konuldu, tâ mescid-i şerifin tamiri için hedmedilinceye kadar. O vakit Hazret-i Übey İbn-i Kâ'b yanına aldı, çürüyünceye kadar muhafaza edildi.

Meşhur Hasan-ı Basrî, şu hâdise-i mu'cizeyi şakirdlerine ders verdiği vakit, ağlardı ve derdi ki: "Ağaç, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'a meyl ve iştiyak gösteriyor.. sizler daha ziyade iştiyâka, meyle müstehaksınız." Biz de deriz ki: Evet hem ona iştiyak ve meyl ve muhabbet, onun Sünnet-i Seniyesine ve Şeriat-ı Garrâsına ittiba' iledir.

Biz de deriz ki: Evet, hem ona iştiyak ve meyil ve muhabbet, onun sünnet-i seniyyesine ve şeriat-ı garrâsına ittibâ iledir.”


Sütunlar

Ustuvanetul Muhallaka (kokulu sütun)

Bu sütun diğerlerine göre bir cihetle farklı bir özellik arz eder. Bu sütun efendimizin ayrılığına dayanamayıp ağlayan hurma kütüğünün yerine konmuştur. Sahabi ve tabiin efendilerimiz de bu sütuna çok önem verirler ve onun önünde namaz kılmaya gayret gösterirlerdi. Bu sütun mihrab-ı nebiye kıble cihetinden yapışık olan ve üzerinde “hazihi ustuvanetul muhallaka” diye yazılı olan sütundur. Muhallaka Arapça kokulandırılmış, koku sürülmüş anlamına gelmektedir. Haluk denen bir koku sürüldüğü için muhallaka denmiştir. Bu sütuna Mushaf sütünu da denmektedir. Zamanında içine Mushaf koymak için yapılan bir sandığın bu sütunun yanına konmasından dolayı buna Mushaf sütunu da denmiştir.

Bu sütunun fazileti hakkında çok raivayetler vardır. Bunlardan bazılarını zikredelim. Tabiinden seleme ibni El-Ekvaa’ın azatlı kölesi anlatıyor. Seleme ile Mescid-i Nebeviye gelirdik o daima Mushaf sütununun yanından namaz kılardı. Ben ona “ya eba muslim görüyorum ki hep bu direğin yanında namaz kılıyorsun.” dediğimde ben de efendimizi hep burada namaz kılarken gördüm dedi.

Enes bin Malike sorulduğunda “Mescid-i Nebevinin neresinde namaz kılmak istersin? o efendimizin kıldığı yerde yani kokulu sütunun yanında buyurmuştur.

Âişe sütunu

Bu sütun, minber tarafından üçüncü, kıble tarafından üçüncü, kabri şerif tarafından üçüncü sütundur. Üzerinde “hazihi üstuvanetu âişe” diye yazılıdır. Bu sütuna kur’a, ve muhacirin sütunu da denmiştir. Ayrıca yanlış olarak kokulu sütun olarak da adlandıranlar olmuştur.

Bu sütunun bu isimlerle isimlendirilmesinin sebeplerine gelince…

Kur’a sütunu denmesinin sebebi efendimiz bu sütuna işaret ederek burada bir nokta vardır ki insanlar orada kılınan namazın ne olduğunu bilselerdi aralarında kura çekerlerdi buyurmuşlardır.

Aişe sütunu denmesinin sebebi hz. Âişe bu sütunun yerini tesbit edip tayin eden kişi olduğu için Âişe sütunu denmiştir.

Muhacirin sütunu denmesinin sebebi Mekke’den hicret eden muhacirler genelde onunda yanında otururlardı onun için muhacirin sütunu denmiştir.

Muhallaka denmesinin sebebi ise semhudinin ifadesine göre bu sütunda diğeri gibi haluk denen koku ile kokulandırılırdı.

Bu sütunu sahabeler Hz. Aişe validemize sormuşlar oda yukarıda geçen faziletinden bahsetmişler fakat hangi sütun olduğu sorulduğunda hiçbir şey söylememiş ibni zübeyr ondan bir sır olarak onu öğrenmiş ve diğer sahabelere daha sonra öğretmiştir. Bundan dolayı bu sütuna Âişe sütunu denmiştir.

Ebû Lübâbe Sütunu

Minber tarafından dördüncü sütundur. Kabri şerif tarafından ikincidir. Kıble tarafından ise üçüncüdür. Ebu Lübabe diye isimlendirilmesi Ebu lübabenin işlediği bir hatadan dolayı kendisini bu direğe bağlayarak “ölünceye kadar veya Allah beni affedinceye kadar burada bağlı kalacağım” demesinden dolayıdır. Bu sütuna tevbe sütunu da denir. Çünkü Ebu Lübabe burada bağlı kaldığı sürede tevbesi kabul edilmiştir.

Efendimiz nafile namazlarını bu sütunun yanında kılardı. Bu sütunu önemli kılan diğer bir husus ise efendimizin kabrinin hizasında olmasıdır. Hatta efendimizin başının hizasındadır.

Ebu Lübabe hadisesi.

Hz. Aişe r.a. anlatıyor…

Efendimiz Yahudi Beni Kurayza kabilesini 25 gün muhasara etti. Kuşatma gittikçe zorlaşıyordu. Onlara Allah rasulunun hükmüne razı olun dendi. Onlar da ebu lübabeyle istişare ettiler Ebu Lübabe de rasulullahın hükmünün ölüm olacağını ifade etmek için eliyle boğazını işaret etti. Sonra onlar Sad ibni Muazın hükmüne razı oldular.”

İbni Kesir tefsirinde bu olayı kısaca şöyle nakleder.

Enfal suresinin 27. ayeti Ebu Lübabe hakkında nazil oldu. Efendimiz onu beni kurayzaya Allah resulünün hükmüne razı olun diye gönderdiğinde onlar Ebu lübabeyle istişare ettiler ve hükmü sordular o da eliyle boğazını işaret etti. Yani kesecek demek istedi. Fakat hemen ne yaptığının farkına varıp pişman oldu. Bu yaptığı Allaha ve rasulüllaha hıyanetti. Onun için kendi kendini cezalandırmak için ölünceye kadar hiç zevki ,tadı tadmayacağına yemin etti ve Mescid-i Nebeviye giderek kendini orada bir direğe bağladı. O şekilde dokuz gün bağlı kaldı. Bazen açlıktan baygınlık geçirir olmuştu. Hakkında affolduğuna tevbesinin kabul olduğuna dair ayet nazil oldu. İnsanlar gelip onu müjdeliyorlardı. Bağlarını çözmek istiyorlardı o hayır çözmeyin efendimiz gelip kendi eliyle çözünceye kadar vallahi çözmeyeceğim diyordu. Ve neticede efendimiz s.a.v. çözdü. Yarasulellah ben bütün malımı Allah için vermeye niyetlendim dediğinde efendimiz üçte birini ver yeter dedi.

Serir sütunu

Tevbe sütununun doğusundaki sütundur. Hücre-i saadetin parmaklıklarına yapışıktır. Üzerinde “hazihi ustuvanetusserir” diye yazılıdır. Serir karyola anlamındadır. Efendimizin itikâf zamanı karyolası buraya konduğundan bu isim verilmiştir. Burası efendimizin evi ile mescidin tam ortasıdır. Bazen Hz Aişe validemiz kendisi hücresinde olduğu halde buradan efendimizin ayaklarını ve başını yıkamış, saçını taramıştır.

Bu sütunun Efendimizin itikâf yeri olduğunda ittifak vardır.

Mahres (hares) sütunu

Kuzeyden serir sütununun arkasına düşmektedir. Üzerinde “hazihi ustuvanetulmahres” diye yazılıdır. Buna mahres denmesinin nedeni ;sahabi efendilerimiz efendimiz a.s.korumak amacıyla bu sütunun dibinde otururlardı. Bu sütuna aynı zamanda Hz. Ali sütunu da denir çünkü Hz. Alinin evi buraya yakın bir yerde bulunuyordu ve r.a. bu sütunun yanında namazlarını kılardı.

Efendimiz kendini bekleyen yani koruyan sahabiler’e “والله يعصمك من النلس” ayeti nazil olunca “artık beni beklemeyin rabim beni koruyor” dedi. Amcası Abbas r.a. da onu koruyanlar arasındaydı.

Vüfud sütunu

Bu sütun da Hücre-i saadetin parmaklıklarına yapışıktır. Kuzeyden mahres (hares) sütununun arkasına düşer. Üzerinde “hazihi ustauvanetul vufud” diye yazılıdır. Vufud dışarıdan gelen heyetler demektir. Efendimiz dışarıdan gelen heyetleri burada kabul ederdi. Bundan dolayı bu isimle isimlendirilmiştir. Bu sütunun yanında Benî Temîm’in efendimize dışarı çıkması için seslenme hadisesi cereyan etmiş, onların efendimizi dışarı çağırmaları efendimizi rahatsız etmiş ve Allah celle celeluhu onları uyararak konuyla ilgili hucurât suresindeki ayeti inzal etmiştir.

Zikri geçen son üç sütun için Berzenci şunları söylemektedir. “bu üç sütun sultan Kayıtbay zamanında büyük kubbe inşa edilirken içeride kalan asıl sütunlara işaret etsin diye hücrenin kenarında yarım olarak inşa edilmişlerdir. Bu sütunlara verilen isimler aslında içeride ki sütunların isimleridir bunların onlara yakın olması ve onlara delalet etmesi için bunlar onların isimleri ile isimlendirilmişlerdir.

Marbaatul kabr sütunu

Bu sütuna makamı Cibril de denir.

Şüphesiz bu sütunların hepsinin ayrı ayrı fazileti var. Sahabi efendilerimiz bu sütunların her birinin yanında namaz kılamaya azami gayret gösterirlerdi. Ayrıca mescidin diğer sütunlarına da değer verirler onların da yanında namaz kılmaya gayret ederlerdi. Malik bin Enes r.a. bunu sahabede böyle gördüğünü rivayet eder.

Mescidi nebevinin birkaç kez yandığını defalarca yeniden inşa edildiğini ve defalarca genişletildiğini söylemiştik. Ancak efendimizin mescidinin sütunlarının bazı mimarlar tarafından yerlerinin değiştirilmesi istenmesine rağmen ehli medinenin itirazları üzerine buna muvaffak olamamışlardır. Aralarında uzun tartışmalar olmuş hatta inşaat bekletilmiş karar için padişahlara müracaatlar edilmiş ve sonunda padişahın direklerin yerlerinin değişmemesi üzerine karar vermesi karşısında hiç birinin yeri değişmemiştir. Bundan dolayı bu direklerinde yanların namaz kılma sahabeden kalma bir sünnettir, onların yanında namaz kılmak bir fazilettir.

mescidi aksa
Kudüs’te Süleyman aleyhisselam tarafından bina ettirilen mescid, cami. Peygamber efendimiz zamanında bulunan mescidler arasında, Mekke’ye en uzak mescid olduğu için burası Mescid-i Aksa yani en uzak mescid ismiyle meşhur oldu. Beyt-ül-makdis veya Beyt-ül-mukaddes adı da verilen Mescid-i Aksa’nın inşasına Davud aleyhisselam başladı. Duvarlarını bir adam boyu yükseltti fakat tamamlıyamadan vefat etti. Davud aleyhisselamdan sonra hem peygamber, hem hükümdar olan oğlu Süleyman aleyhisselam, Beyt-ül-makdis yani Mescid-i Aksa’nın inşasını tamamlamak istedi. Allahü teala tarafından emrine verilen cinleri toplayarak aralarında vazife taksimi yaptı ve her bir cemaati bir işle vazifelendirdi. Sonra usta ve mühendislere, on iki mahallesi olan Kudüs şehrini inşa ettirdi. Şehrin kurulması bitince, mescidin tamamlanmasını emretti. Cinlerden bir kısmı altın, gümüş ve yakut; bir kısmı denizden saf inci; bir kısmı mücevherat ve kıymetli taşlar; bir kısmı da misk, anber ve diğer güzel kokuları getirdiler. Bütün bunlardan yeteri kadar hazırlanınca, işlemek üzere ustalar ve Fenikeli mimarlar getirdi. Gelen ustalar, taşları yontarak bu mücevher, inci ve yakutları işlediler. Toplanan malzemeleri kullanarak mescidin yapımını yedi senede tamamladılar. Uzaktan bakılınca bir altın parçası gibi parlayan, görenleri hayran bırakan ve o zamanda bir eşi bulunmayan bu mescide, Beyt-ül-makdis dediler. Süleyman aleyhisselam, Beyt-ül-makdis’e, Musa aleyhisselamdan beri nesilden nesile intikal ederek gelen, içerisinde Tevrat’ın bulunduğu Ahid sandığı’nı yani Tabut-i sekine’yi koydu. Bu durum; Kudüs’ün, Asuri hükümdarı İkinci Buhtunnasar tarafından işgaline kadar devam etti. 58 Buhtunnasar, Kudüs’ü zabt ettiği zaman, şehri yakıp yıktı. Mescid-i Aksa’da bulunan altın, gümüş ve diğer mücevherleri alıp, Babil’e götürdü. Daha sonra Keyhüsrev, Mescid-i Aksa’yı tamir ettirdiyse de M.S. 70 senesinde Romalılar tekrar yıktılar. Bu tarihle, Kudüs’ün musevilere olan bağlılığı son buldu. M.S. 123 yılında Mescid-iAksa’yı Bizanslılar tamir edip, Kudüs’e İlya ismini verdiler. Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem, Mi’rac gecesinde Kudüs’e gelerek Mescid-i Aksa’da namaz kıldı. Peygamber efendimizin; ’Yalnız üç mescide ziyaret için gidilir: Mescid-i Haram, Mescid-i Aksa ve benim bu mescidim (yani Mescid-i Nebi).’ buyurarak medhettiği Mescid-i Aksa, hicretten on altı ay sonraya kadar Müslümanların kıblesi olarak kaldı. 638 (H.16) senesinde Ömer radıyallahü anh, Suriye seferinde, Şam’dan sonra Kudüs’e uğrayıp Mescid-i Aksa’yı ziyaret etti. Uzun senedir kendi haline terk edilen Mescid-i Aksa’da biriken ve etrafı kirleten pislikleri temizletti. Ezan okutarak cemaatle namaz kıldırdı. Yahudilere mescide emniyetle girmek hakkını tanıdı. Hıristiyanlara da, Yahudileri aralarına sokmamalarını tavsiye etti.Kudüs’teki kiliselere dokunulmaması için emir verip, Hıristiyanlarla antlaşma yaptı. Kudüs’ün Müslümanlar tarafından feth edilmesinden sonra, halifeler ve Müslüman valiler tarafından Mescid-i Aksa’nın temizlik, bakım ve onarım işlerine çok önem verildi. Dört halife devrinden sonraki Emeviler zamanında, Mescid-i Aksa’nın temizlik ve bakımına özel ihtimam gösterildi. Muaviye bin Ebi Süfyan radıyallahü anh, Abdülmelik bin Mervan, Ömer bin Abdülaziz, Velid bin Abdülmelik ve Süleyman bin Abdülmelik gibi halifeler, Kudüs’e gelerek Mescid-i Aksa’yı ziyaret ettiler. Halife Abdülmelik bin Mervan, Mescid-i Aksa’nın yakınındaki arsa üzerinde Kubbet-üs-sahra Mescidini yaptırdı. Zelzele yüzünden harab olan Mescid-i Aksa’yı, altıncı Emevi halifesi el-Velid, bugünkü haline benzeyen şekliyle yeniden yaptırdı. Abbasiler zamanında da bakımına ve tamirine ihtimam gösterilen Mescid-i Aksa, zelzeleler ve harpler sebebiyle zaman zaman yıkılıp tamir edildi. Halife Ebu Cafer Mansur ve Mehdi bin Mansur, Kudüs’e gelerek Mescid-i Aksa’yı ziyaret ettiler ve tamir ettirdiler. Mescid-i Aksa’nın, Emeviler ve Abbasiler zamanlarındaki şekli, bugünkü durumuna çok yakın idi. Kıble karşısında kuzeyde on beş kapı vardı. Ortadaki altın kaplı olanı tunçtan yapılmıştı. Yanlarda yedi ve on bir kapı daha vardı. Son cemaat yerinde revakları bulunan mescid, 280 mermer sütuna dayanan revakların taşıdığı bir dam ile örtülüydü. Orta kısmında bir kubbe bulunuyordu. Damın üstü kısmen mozaikle süslü, kısmen de levhalarla kaplıydı. Kubbet-üs-sahra Mescidi (Ömer Camii) de, Mescid-i Aksa’nın kıble tarafındaydı. Kudüs’ü 1099 (H.492)’de Haçlılar istila edince, şahri yakıp yıktılar. Pekçok Müslümanı kadın ve çocuk demeden kılıçtan geçirdiler. Bu arada Mescid-i Aksa’yı da yağmalayıp, tepelerine haçlar dikip, içerisine heykeller koyarak kiliseye çevirdiler. Sultan Selahaddin-i Eyyubi, 1187 (H.583)’de Kudüs’ü Haçlılardan kurtarıp, Mescid-i Aksa’dan Haçları ve putları kaldırttı. Eski haline getirip yeni bir mihrab yaptırdı. Daha sonraki devirlerde bu mihrabın iki yanına pencereler açılıp bir minber, kuzey cihetine de son cemaat revakları ve bir tahta minare ilave edildi. Emeviler, Abbasiler, Eyyubiler ve Memlukler dönemlerinde bir ilim merkezi haline getirilen ve pekçok İslam aliminin yetişmesine sebep olan Mescid-i Aksa, defalarca tamir gördü. Mescid-i Aksa’nın en son bakımı ve tamiratı Osmanlılar tarafından yapıldı. Yavuz Sultan Selim Han, 1517 (H.923)’de Memluk topraklarını ülkesine katınca, Kudüs de Osmanlı idaresine girdi. Kanuni Sultan Süleyman Han Mescid-i Aksa ve yanındaki Kubbet-üs-sahra mescidlerini tamir ve tezyin ettirdi. Daha sonraki asırlarda da bazı tamiratlar geçiren Mescid-i Aksa, Birinci Dünya Savaşından sonra Kudüs Müslüman Türklerin elinden çıkınca, bakımsız hale geldi. 1967 (H.1387)’deki Arab-İsrail savaşında Yahudiler tarafından Kudüs işgal edildi. Bu işgalden sonra Mescid-i Aksa, suikast neticesinde kısmen yandı. Bugün kendi haline terk edilmiş olup, ziyadesiyle tamire muhtaçtır. Mescid-i Aksa’nın ismi Kur’an-ı kerimde zikr edilmekte ve Peygamber efendimizin Mirac gecesinde oraya götürüldüğü, hadis-i şeriflerle bildirilmektedir. Eshab-ı kiramdan Ebu Zerr-il-Gıfari radıyallahü anh şöyle bildirdi: ’Bir kerre ben; ’Ya Resulallah! Yeryüzünde ibadet için en önce hangi mescid bina edildi?’ diye sordum. Resulullah efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem; ’Mescid-i Haram’dır.’ buyurdu. ’Sonra hangisi?’ dedim. ’Mescid-i Aksa’dır.’ buyurdu. Sonra ben; ’Bu iki mescidin kuruluşu esnasında ne kadar zaman vardır?’ dedim. Resulullah efendimiz; ’Kırk sene vardır.’ buyurdu. Başka bir hadis-i şerifte; ’Kureyş bana (Mirac’da) seyahat ettiğim yerlerden soruyordu. Bilhassa Mescid-i Aksa’ya dair öyle şeyler sordular ki, ben İsra (Mirac) gecesi onlarla ilgilenip tesbit etmemiştim. Bu sebeple o kadar müşkül bir vaziyete düştüm ki, hiç bir zaman öyle sıkılmamıştım. Bunun üzerine Allahü teala, benimle Beyt-i makdis arasında perde olan mesafeyi kaldırdı. Şimdi ben Beyt-i makdis’i görüyordum. Ne sorarlarsa muhakkak ona bakarak cevap vermiştim. Kureyş, Mescid-i Aksa’nın kaç kapısı var? diye sormuşlardı. Halbuki ben Kudüs mescidinin kapılarını saymamıştım. Fakat karşımda mescid tecelli edince, ona bakmaya ve kapıları birer birer saymaya başladım.’ buyurdu. Mescid-i Aksa Camiinin sağında ve solunda kemerli sütunlar ve dar iki sahn ile tamamlanan geniş bir orta sahn vardır. Ortadaki geniş sahnı, güney duvarına paralel bir sahn keser. Bu iki sahnın keşiştiği bölümde bir kubbe vardır. Ortadaki geniş sahnın sağındaki ve solundaki iki dar sahnın dış kısmında sağa sola altışar sahn eklidir. 
alıntı

 
 
  Bugün 9 ziyaretçi (48 klik) kişi burdaydı! EĞRİ OK DOĞRU YOL ALMAZ  
 
SIRLIYOLLAR Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol